Stres ve Gerginliğiniz Yalnızca Sizi mi Etkiliyor?
İnsanoğlu yaşam döngüsünde doğar, büyür ve yaşamını tamamlar. Ancak doğduktan sonraki süreç o kadar etkileşimlidir ki kişilik karakter süreci buralarda şekillenir. Hatta bebek anne rahmine düştüğü andan itibaren kişilik özellikleri şekillenmeye başlar. Buna hem kendine özgü kişilik özellikleri hem de anne ile olan temasının (örneğin annenin yaşadığı stresin, heyecanın, öfkenin, üzüntünün) etkisi söz konusudur. Doğduktan sonraki tüm etkileşimler ise öğrenme ile çocuğun kişilik karakterini şekillendirmeye başlar.
Hayatta çocuk rolünden, büyüyüp evlenen, çalışan, aile kuran, ebeveyn olan yetişkin rolüne geçiş keskin virajlarla doludur. Çoğu zaman kişi bu rolleri arasındaki dengeyi kurmakta zorlanır. Bu durum stres faktörü olarak kişide baskı yarattığından hayatındaki rolleri bir görev bilinciyle yerine getirmeye çalışır. Görevini yerine getirdiğinde başarılı, yeterli hissederken beklentileri karşılayamadığında kendini yetersiz görebilir. Bu durum, olumsuz duygu durumunu tetikleyeceğinden kişinin hayatında ve ilişkilerinde mutsuz, gergin bir örüntü sergilemesine sebep olur. Neticede, rolleri arasındaki geçişler zorlaşır, denge tamamen kaybolur.
Stres ve Gerginlik Vaka Örneği
Bir vaka ile bu bilgileri somutlaştıralım. Geçen yıl 7 yaşında bir erkek danışanım (A. diyelim) vardı. Çalışan anne ve babanın çocuğu olan A., ailesinin tabiri ile ele avuca sığmayan, söz dinlemeyen, uyumsuz bir çocuktu. Seanslar ilerledikçe aslında A.’nın iletişim kurma becerileri iyi, ilişkisel bir çocuk olduğunu gördüm. Seanslarda güvenli bir ilişki kurma hedefiyle A. ile süreci planladık. Güvenli ilişkinin ardından dikkatini arttıracağı egzersizler, kaybetmeye olan düşük toleransı, sabredebilme-hazzı erteleyebilme, durma-bekleyebilme ve sınır çalışmalarını yaptık. Seans aralarını açtıktan bir süre sonra benzer şikayetlerle aile tekrar geldi.
Bu süreçte planladığımız şekilde vakit geçiremediklerini, çünkü çok yoğun olduklarını söyledi. A. ile baş başa görüştüğümde ise “Zeynep abla benimle senden başka kimse oynamıyor ki, annem ve babam hep çok yoğun. Önceden seninle daha çok oynardık, artık görüşemiyoruz” dedi. Bunu söylerken hem bulunduğu anın tadını çıkarmaya çalışan bir çocuk hem de ebeveynleriyle vakit geçirememenin onu ne kadar yaraladığını tatlı gülüşü ile kapatmaya çalışan biri vardı karşımda.
Seanslar yakın takiple devam ederken ilişkide var olan ve görülen A., ihtiyacı karşılandığı için daha iyi hissetmeye ve daha uyumlu olmaya başlamıştı. Ancak seansların azalışıyla ilişkisel ihtiyaçları da karşılanmamaya geri dönmüştü. Mesele, ebeveynlerin kendi hayatlarındaki rollerini dengelemekte zorlanışı, anne-baba rolüyle çocukla temaslarının derinleşememesi ve roller arası karmaşanın gerginliğinin ilişkiye yansıyor oluşuydu. Bu durumda A. ile ilişkileri yalnızca görev bilinci ile yüzeysel kalıyordu. Terapi yolculuğu bu noktada ebeveynlere döndü. Ebeveynlerin desteklenmesi ve kendi süreçlerini dengeleyebilmesi sağlandıktan sonra A.’nın da aile içi ilişkilerdeki uyumu arttı.
Kişiler, hayatlarında yaşadıkları iniş çıkışların yalnızca kendilerini etkilediklerini düşünse de durum genellikle bundan daha fazlasıdır. Birlikte yaşanan kişiler, iletişim ve ilişkide bulunulan kişiler de bu durumdan etkilenir. Özellikle çocukların aile içi dinamiklerle hayatı tecrübe ettiği ve öğrendiği göz önünde bulundurulduğunda kişinin kendi süreçlerini dengeleyebilmesinin önemi iyice artmaktadır.
Uzm. Klinik Psikolog Zeynep Hilal Çelik